‘’ Tüm filmlerimi, her şeyin her zaman iyiye gittiği yalanını söyleyen yaygın tüketim sinemasına karşı bir tepkiyle ürettim.’’
M. Haneke
Haneke, sinemasever ve sinemayı sadece bir eğlence, dinlenme aracı olarak görmekten ziyade, sinemanın bir derdi ve söylemesi gereken sözü olduğuna inanan herkesin tanışması gereken başlıca yönetmenlerden bir tanesi. Her şey de olduğu gibi film izlemekte bir tercih meselesi olduğu için, eğer ana akım sinemanın mutluluk saçan ve sizi hayali bir evrene götüren filmlerine alışıksanız Haneke filmleri fazlasıyla uzak durmanız gereken filmlerdir. Çünkü Haneke sizi oturduğunuz koltukta rahatsız eder, bunu isteyerek ve büyük bir zevkle yapar. Bu yüzden filmlerine başlamadan önce herkese ‘’ rahatsız seyirler’’ diler.
Kapitalizmin hayatımıza soktuğu tüketim kültürü, Haneke’nin filmlerinin ana meselesi aslında. Aşırı tüketimin ve teknolojinin hayatımıza girmesiyle yalnızlaşma, iletişimsizlik ve bireycilik çağın en büyük hastalığı halini almıştır. Modern toplumlarda yalnızlaşma bireyin, kendini yaşadığı topluma ait hissetmemesi ile başlar. Haneke ise bu yalnızlaşmayı filmlerinde belli bir rutinde hareket eden insanların kimliksizleşmesiyle perdeye yansıtır. Bu kimliksizleşme, kapitalizmin bizi getirdiği son noktadır.
Haneke filmlerinde başrol her zaman burjuva sınıfınındır. Kapitalizm içinde kendi kendini tüketen burjuva sınıfına fazlasıyla ağır eleştiri oklarını uzatır. Yaşadıkları hayat tarzının onları hangi sona sürüklediğini gösterir. Ama bunu alternatif bir düzen veya sınıf sunarak yapmaz. Bir çözüm ya da mücadele yolu göstermez. Onun göstermek istediği biz sistemin sunduklarını tüketirken, aslında sistemin bizi tüketerek sona yaklaştırdığını göstermektir.
aneke hem kendisinin hem de ‘’Duygusal Buzlaşma’’ üçlemesinin ilk filmi olan Yedinci Kıta’ da, bundan sonra onun filmlerinde neyle karşılacağımızın sert bir dille özetini geçmiştir. Benny’nin Videosu, Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası, Saklı, Beyaz Band, Aşk, Piyanist, Tehlikeli Oyunlar, Bilinmeyen Kod, Şato, gibi filmleri de aynı fikir temelleri üzerine kurulmuştur: Bireyin yalnızlaşması, şiddet ve gerçeklik kavramı.
Sinemada, yabancılaşmayı kuşkusuz en çok kullanan yönetmendir Haneke. Ana akım sinemanın seyirciyi içine alıp oyalayan, başka bir şey düşünmesine fırsat bırakmayan ve karakterlerle özdeşleştirdiği sinema anlayışının tam tersi bir durum söz konusudur. Haneke seyircisinin onun karakterleriyle özdeşleşmesini istemez. Bunun için de gerçekliği kendi istediği gibi kurgular. Mesela nesneleri üzerinde uzun çekimler yapar, bunun sebebi hem özdeşleşmeyi engellemek hem de bizim bu kadar yalnızlaşmamıza sebep olan argümanları sunmaktır. Ayrıca onun sinemasında zaten karakterlerin bir önemi yoktur, onlar temsilidir asıl olan bizi bekleyen karanlık sondur. Çünkü kamerayla gösterilen kurgulanmış bir gerçekliktir. Seyircide gördüğügörüntüye inanır. Bu inanma noktasında Haneke kurguyla, kamera açısıyla, diyalogla ya da direkt seyirciyle oyuncuyu temas ettirerek yabancılaştırmayı sağlar. Böylece seyirci izlediğinin bir film olduğunu idrak eder ve düşünme eylemine geçer. Ve yine bu yabancılaştırmayla seyircinin yaşayacağı duygusal hazzı yani katharsisi engeller. Ki onun istediği de duygusal bir doyum yaşatmak değil ‘’biz buyuz ve bizi bekleyen son da bu’’ üzerine düşünmelerini sağlamaktır.
Haneke sinemasının en önemli ve en öne çıkan özelliklerinden biri de şiddettir. Bu şiddet bizim ana akım sinemada görmeye alışkın olduğumuz ayrıntılarıyla gösterilen ve estetize edilmiş şiddet değildir. Ana akım şiddet temasını sunduğu görsellikle bizim meşrulaştırmamıza sebep olmaktadır. Bunun sonucunda da çevremizdeki şiddete karşı duyarsızlaşıyor, hatta görmezden gelmeye başlıyoruz. Haneke ise şiddeti farklı bir boyutuyla ele alıp toplumsal ve bireysel kısmıyla ilgilenir.Aslında bu her gün maruz kaldığımız ve her gün maruz kaldığımız için de hissizleştiğimiz şiddettir. Bu şiddet bizi hayata karşı yabancılaştıran şiddettir. Onun filmlerinde şiddet genelde kendi içimizde bizim bir parçamız gibi. Önce şiddeti gösterir Haneke, sonra gösterdiği bu şiddete karşı seyirciyi yabancılaştırır. Çünkü seyirci bu şiddeti benimsemeye oldukça meyillidir.
Böylece şiddete yabancılaşan seyirci aslında onun da her gün uğradığı şiddete karşı düşünmeye başlar. Bu düşünmeyle birlikte filmin gerçekliğine dair başka bir boyuta geçilir. Aslında o şiddet bir kurgunun eseri ve ona müdahale edilemez, o zaman bizim her gün uğradığımız şiddette sistemin eseri ve maddesel zevklerimiz için biz de ona müdahale edemiyoruz.
Haneke’ nin filmlerinde işlediği sınıfın temsilcileri olan orta düzey, eğitimli, kültürlü aileler vardır. Bu aile bireyleri kendi içlerinde iletişimleri kopmuş, yaşadıkları düzenin getirdikleri sorumlulukları monoton bir şekilde yapan ve bunları yaparken de kendi yaşadıkları hayata duyarsızlaşan bireylerdir. Bu aileler sahip oldukları toplumsal statü ve sahip oldukları eşyalarla kendilerini var ederler. Haneke bu var etmeyi seyirciye kişilerden çok eşyalar üzerinde kamerasını sabitleyerek (Yedinci Kıta’daki paraları klozete atma sahnesinde kameranın hiç hareket etmemesi) göstermiştir. Çünkü seyircinin karakterleri tanıması için onları değil sahip oldukları eşyaları görmesi onların hayatları hakkında fikir sahibi olmalarına yetecektir. Haneke bu karakterler üzerinden tüm Avrupalı küçük burjuva sınıfına bir eleştiri yapar. Bireyler üzerinden yaptığı aslında topluma karşı yapılan bir eleştirdir.Bu yüzden onun filmlerinde aile yapısı aslında Avrupalı tüm aileleri temsil etmektedir, bundandır ki yüzlerinin uzun süre görülmesinin ya da görülmemesinin pek bir önemi yoktur.
Haneke’nin filmlerinde sunduğu yaşamlarda hep bir sıradanlık ve rutinlik vardır. Yemek aynı saatte yenir, işe gidilir, alarm hep aynı saate kuruludur hatta cinsel hayatları bile belirli bir düzen içinde ilerler. Yani her şeyi elde etmiş ve elde edebilecek güce sahip olmak beraberinde mekanikleşmeyle ve eşyaların insanları etkisi altına almasıyla sonuçlanır. Çünkü kapitalizm bunu ister, her birey bu düzen de onun kölesidir. Bu sıradanlıkla her şey çok normal gibi devam ederken birden tersine döner ve karakterler yaşadıkları yabancılaşmanın farkına varırlar. Bu farkındalıkla birlikte varoluşlarını sorgulama aşamasına geçerler. Belirli bir ritim de giden filmler karakterlerdeki değişimle tepetaklak olup yerini şiddete bırakır.Bunun sonucunda kapitalizmin insanı getireceği kaçınılmaz bitiş her filmin sonunda en vurucu şekliyle karşımıza çıkar.
Uzunca bir süredir sinema arşivlerinin içi boş ve sadece anlık eğlenceye yönelik filmlerle dolması Haneke ve onun gibi yönetmenlerin filmlerine duyduğumuz ihtiyacı katbekat arttırıyor. Her ne kadar Haneke, filmlerinin bir çözüm yolu bulmaya yönelik değil, sadece seyirciye soru sordurmak için olduğunu söylese de, bilinçli bir sinema izleyicisinin bu sorularla etrafına karşı bakış açısını değiştirecektir ki bizim asıl ihtiyacımız olan da budur.